30 Ekim 2012 Salı

Bu Blog Niçin Var ?

Merhaba,
Halihazırda bir blog'un ilk satırlarını girdiğim için ben de oldukça heyecanlıyım. Belki gereksiz, aptalca bir heyecan bu. Ama önemli değil. Kesik kesik yaratılmış bu ilk cümlelerin sonunun nereye gidebileceğini de bilmiyorum açıkçası. Sanıyorum bu belirsizlik yüzündendir ki ufak bir heyecan içindeyim.

Ama yine de o kadar da plansız değilim. Bu blog'un düşünülmüş, kafa yorulmuş, -hiç olmazsa- akıldan geçirilmiş bir var oluş sebebi var. Telaşa gerek yok. Bir sosyal medya kahramanı gibi uzun bir manifesto dizmeyeceğim burada. Aslen yazdıklarımın herhangi bir okuyucuya ulaşabileceğinden bile emin değilim. Zaten temelde blog oluşturma fikrimin temelindeki dürtü de burdan geliyor. Yani bir iç dökme alanı yaratmak. Zihnin yaratımlarını kayda geçirmek. Belki ona bir destek, belki de bir eleştiri aramak. Ama ne olursa olsun onu böyle bir teste sokmak ve akılda aldığı yamuk yumuk, bulanık şeklinden çıkarıp kompoze edilmiş bir bütün hale dönüştürmek. T. Edison insanın her gün bir yeni fikir üreterek her yıl bir yeni icât ortaya çıkarabileceğini söylemiş. İşte söylediğim gibi, bu blog'u yazma işine girişmemin temelinde bu dürtü, bir çeşit yalnızlık ve tartışma ortamı bulamayış yatıyor. Edison'un iddiasındaki sonuca varabilmek, küçük bir umudum peşinde giderek üretkenliğe ulaşabilmek.

Ancak doğal olarak bunun diğer yöntemlerini de düşünmüştüm. Beş dakika içinde bir Twitter hesabı alıp benzer bir uğraşa orada da girebilirim. Ancak hayır, Twitter beni sadece 140 karaktere hapsetmekle kalmıyor, aynı zamanda bir fikrin ulaşılabilirliğini bir popülerlik ölçütüne de bağlıyor, hatta onu kendini bütün Güneş sisteminin merkezinde sanan insanların çiziktirmeler ormanıyla aynı satırlara sıkıştırıyor. Bana sorarsanız, büyük bir hakaret. Sadece kendini beğenmişlik olsun diye söylemiyorum. "İnsanlar çok mankafalı" imâsına ulaşmak gibi bir niyette de değilim. Bununla beraber Twitter ortamını format olarak çok işlevsiz buluyorum.

Diğer yandan uzun süredir Facebook kullanıcısıyım. Orada da çok hoş yayınlar yapabiliyorsunuz. Ama Facebook'ta da büyük bir format sıkıntısı görüyorum. Gerçek kişilerin 'Not' olarak girdiği yazılar genellikle profillerin arka sekmelerinde kalmış durumda. Ön sekmelerde paylaşımlar bulunuyor. Paylaşımlara yorum olarak beyan ettiğiniz fikirleriniz ise uzunlukları nedeniyle "Devamını Gör" yaftasının altından eziliyor ya da zaten daha oluşturulma aşamasında server sorunları nedeniyle güme gidiyor. Facebook'un Anasayfa tabanlı paylaşım sisteminde okuyucunun seçme şansının çok kısıtlı olması, anlamsızca bir teşhir hali ve bu sistemde yalnızca geçici bir ömre sahip yazılarınız kısa zamanda Facebook database'inden uçup gitmesi de cabası.

Tüm bunları düşünerek uzun bir kararsızlık sürecinin ardından bu blog'un yaratımına karar vermiş bulunuyorum. İlk paragraflarımda belirttiğim üzere pek belirli bir tasarımım olmadığı için yazılarımda ve yorumlarda epeyce özgürlükçü davranacağım aşikâr. Yani belli konu ve şablonlara sıkışıp kalmamayı umuyorum en azından. Zamanla bir temele oturtmayı başarabilirsem, bu blog projemde önemli bir başarıya ulaşmış sayacağım kendimi. Ancak yine de kendi kendimi nicelik olarak az ama bir o kadar da kesin birkaç kuralın içinde tutmaya karar verdim. İlk kuralım samimiyet. Burada kimseye yalan söylemeyeceğim ve yazdıklarım gerçek deneyimlerim, gerçek düşüncelerim, en içten gelen isteklerimden ibaret olacak. İkinci kuralım ise üslup. Ne olursa olsun, derme çatma bir blog makalesi için hakarete, saldırıya, düşüklüğe, düzeysizliğe, yaltaklanmaya elimi uzatmayacağım. Uzatana da izin vermeyeceğim. Düşünerek ulaştığım tek ilkelerim bunlar aslında. Ancak bunların gereği olarak anonim yorumlarda bulunanlardan hiçbir şekilde gizliliklerini kaldırmalarını talep etmeyeceğim mesela. Yahut olumlu veya olumsuz tüm eleştirileri yayında tutacağım ve dikkate alacağım. Ayrıca şahsi bir alışkanlığımdan ötürü dilin canına okumadan, hiç olmazsa temel imlânın gereğini yaparak yazılar sunacağım. Ki bu zaten pek kimselerin umrunda olmaz diye tahmin ediyorum.
Söz.