28 Aralık 2012 Cuma

doğmamış'a



bağdat'ta bir bomba patladı
ve insanlık yerlere sıçradı
toz duman..
gök yarılmıştı
yarıktan bir peygamber çıkmıştı
kuşlar nasıl uçmuşlardı
balıklar nasıl yüzmüşlerdi
insanlar nasıl gülmüşlerdi
göğün yarığı nasıl tamir edilecekti
dünya büsbütün ikiye ayrılmıştı
ve
insanlar
nasıl gülmüşlerdi
birazdan hava kararmıştı
güneş solmuştu son bir kez
yapraklar hiç bu kadar pastoral olmamıştı
istanbul
lozan
-yahut lausanne
yoksa konstantin miydi ?
imparatorlar nasıl bu kadar kör olabilirdi
tüm yapıtlar
onca emek
nasıl böyle bir kadeh kırılganlığında
tuz buz oldular
ve imparator constantin
bunu nasıl öngörememişti
yarıktan içeri sızdı nice zebani
insanlar hala gülerken
bir devrin sonu gelmişti
lozan, lausanne değildi artık
istanbul zaten hiç konstantin'in şehri olmamıştı
tessaloniki, hala selanik olabilirdi
yine de bir imparator asla peygamber olamayacaktı
göğün dumanı tüterken
bir insan değil
bir şehir değil
bir zihin
bir bilinç
ortak akıl
vakıf olmuştu artık
yarık sonsuz bir zifre açılmıştı
ve sonsuza kadar kapanmayacaktı galiba
ama peygamber yere vurdu asasının ucunu
ay yere değer olmuştu ufukta
insanlar nasıl gülmüşlerdi
sanki herkes gökle peygamber arasında
bir seçim yapmak üzereydi
yazılabilecek her şey yazılmıştı artık
okunmayan bir şey kalmamış
görünürün sınırına bakmış gözler
duyulanın sırrına ulaşmış kulaklar
o burunlar nice kan kokusu tatmıştı
kimse göğü seçmeyecekti

ne yazık!

bir fare
ve peşine taktığı kavalcılar
ah
nietzsche olsa ne kadar gülerdi
platon ne kadar üzülürdü
dziga vertov bilmişti bunu önceden
-neye yarar
artık hikaye sona ermeliydi
bir an önce
delilik
tüm kötülüğün anası mıydı
yoksa sonsuz inayetin ilk alameti mi
kim bilebilirdi
zaten aslında kimse
gerçek delilikten geri dönememişti
ve locke'ın buna çok canı sıkılırdı
dünya yeterince tadılmıştı
hayat eskisi kadar merak uyandırıcı değildi pek
hiçbir çağın hikayesi mutlu sonla bitmemişti
nokta
hiç konmamıştı aslında
hep virgül
yalnız virgül
kapatmıştı hikayenin önünü
çirkin bir burgusu vardı
meymenetsiz bir uzantı
bir kuyruktu sanki
ve
sonuna nokta konmamış bir hikaye
mutlu sonla bitemezdi
tüm çabalar kötü
çirkin
pis
ve kaba ilan edilmişti ta en baştan
bu yüzden
sonlanmamış her çaba
beyne edilmiş bir küfür gibiydi
kimse kabul etmedi ve anlamadı bunu
zaten beyin tüm gerçekleri kendine
saklamayı
gaye edinmişti
bir ay doğumunda
yıldızların
iki ayaklı çocukları
sanki serin bir akşam yelinde
komaya girmiştiler
tek sıra halinde
bir beyaz yalanın peşine düştüler
kimse bitirmedi onların
hikayesini ve
onlar bitti demeden
bitiremeyecekti
                                                                              nokta.