24 Ocak 2014 Cuma

Viyana'ya Dair

Aslında bir Viyana değerlendirmesi yazmak benim için hem zor hem ilginç olacak. Çünkü Viyana benim ülke dışında gördüğüm ilk yerdi ve havaalanına indiğim andan itibaren birkaç saat bunun sarhoşluğuyla dolaşmıştım zaten. Ama bir bakıma Viyana yurt dışı deneyimleri açısından iyi bir başlangıç yeri. Çünkü klasik turist ahmaklığı sizi çok fazla sıkıntıya sokmaz burada, ayrıca Viyanalıların genelde yüksek yabancı dil kültürü, turizme alışkın olmaları, sürekli bir sürü ülkeden gelmiş insanla beraber olmaları çekingenliğinizi kolay atmanızı, insanlarla yakın iletişime geçebilmenizi de kolaylaştırır diye düşünüyorum. Ki bana kalırsa bu 'kabuğu kırma' aşaması çok önemli.

Eh, burdan başlayabilirim. Bir kere insanın ilk dikkatini çeken şey şehrin şaşırtıcı "biçimli" hali sanırım. Biçimli lafını bilerek seçtim. Çünkü sadece kaldırımların hep aynı yükseklikte olmasından, binaların -hatta apartman dairelerinin bile- çok hoş, samimimi bir klasik Doğu Avrupa mimarisi olmalarından, şehir ulaşımının müthiş düzenli olmasından bahsetmiyorum. Zaten "trafikte çok saygılılar" faslını da geçeceğim. Kast ettiğim şeyi anlatmam zor, sanki tüm insanlar şehrin her yerini, parkları, meydanları, köşebaşındaki hotdogvuları, cafeleri, sokak lambalarını, parlamento binalarını bir toplumsal anlaşmayla kararlaştırarak inşa etmiş gibiler. Herkes mutlaka bir şeyler yapıyor ama acelesi varmış gibi değil, neredeyse mekanik bir düzen içinde.

Biraz daha somutlaştırayım, şehir merkezinde yani Stephansplatz'ın civarında, alışveriş bölgeleri, kiliselerle ve parlamento binalarıyla iç içe. Bu arada bu bölgede aynı anda çok geniş parklar da var. Ama hiçbir karışıklık, yoğunluk yok. Aklım ermiyor. Bunlar olurken köşe başında sokak sanatçıları başlıyor. Onun az ötesinde siyasi bir grup açıklama yapıyor. Ellerinde reklam broşürleriyle birkaç kişi turistlere opera bileti satmaya çalışıyor. Metro giriş ve çıkışları da yine Stephansplatz'da. Sürekli birileri inip çıkıyor. Tabii bunların olduğu binaların üst katları bildiğimiz apartman. Yani burada insanlar da yaşıyor. Ve çok garip, ortada bir curcuna, bir kaos yok ! Bu kadar her şeyin sınırlarına sıkıştığı küçücük bir meydan bölgesi, üstelik yarısı kilise binalarıyla işgal olmuş, ama ortada korna sesleri, garip gürültüler, koşuşturan insanlar, avaz avaz konuşan öğrenciler yok ! Ya da belki de var ama bir şekilde fark edilmiyorlar. Gerçekten aklım ermiyor. Herkes bir şeyler yapıyor, her yer tam olması gerektiği gibi ve her şey yolunda.

Bütün şehrin bu açıdan en düzensiz mekanları Burger King ve McDonalds' bayiileri. Buralarda sürekli yoğunluk var. Gerçi Viyana'nın şinitzeli ve başka klasik Orta Avrupa yemekleri de var gidip bu fast food'dan uzk durmak istersek. Ama genel olarak bunlar daha pahalı seçenekler. Özellikle Stephansplatz bölgesi tamamen öyle. Buradan Freud'un evine giden bölge ise akşamları o klasik Avusturya entelektüelleriyle dolup taşan bölge. Bu adamlar Çek komşularının aksine bira erbabı değiller. Daha ziyade Türk ve Brezilya kahveleri içip klasik müzik üzerine tatlı tatlı tartışma eğilimindeler. Labirent gibi daracık ara sokaklar tamamen bu loş cafelerden ibaret. Eğer yürüdüğünüz sokaklarda mum ışıklı masalarda oturan beylerin saç-sakal uzunluğu artmaya ve renkleri ağarmaya başladıysa, hanımlar ince bir fularla oturuyorlarsa onların bölgesine giriyorsunuz demektir.

Yine de bu bölgenin biraz ilerisinde Karntner Strasse caddesi biraz daha canlı ortam sevenlerin bulunduğu bölge olsa gerek. Burada sağlı sollu lüks alışveriş mağazalarının yanısıra dondurmacılar, dönerciler, daha canlı ve "düşük perde" cafeler de var. Buranın daha ilerisinde yani Belvedere sarayının kuzey bölgesinde ise meşhur opera binası var. Bu kısım daha çok turistlerin konaklamasının da yapıldığı ve Viyana'nın ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak iş merkezlerinin kurulduğu bölge. Dolayısıyla bu bölgede nispeten daha telaşlı insanlar, biraz daha yoğun trafik ve metro hatları görebilirsiniz. Ama soru sorduğunuzda sizi tersleyecek insan bulmak, "işim var" diyip başından savacak vatandaş bulmak zor. Korna sesi düşünülemez bile.

Yine de bu bölgenin güneyine doğru nehir boyunca inerseniz zamanla bu görünüm biraz daha sakinleşiyor. Mahallelere gelmeye başlıyorsunuz. Burada çok büyükçe bir kilise var, ismi Votivkirsche. Aslında maksadım turistik spot bölge tarifi değil, bunu çok iyi yapan kaynaklar var zaten. Ama Votivkirsche bence gölgede bırakılmış bir nokta. Üstelik öyle uzak da değil, ama uzaktan görüntüsü çok iyi. Stephansplatz'dan yola çıkıp Karlsbad ve Albertina'yı dolaşan bir insan Volksgarten'in ağaçlıkları arasından mutlaka bu kiliseyi görüp merak edecektir. Ama turizm rehberleri mutlaka Schönbrunn gibi daha uzak yerleri, Prater gibi eğlence parklarını ön plana çıkaracaktır. Hele hele merkezdeki Stephansdom ve Petersdom'u gördükten sonra başka kiliseye ne gerek var değil mi ?

Yine de Votivkirsche'ye giderseniz bunun önünde gençleri şezlong atıp güneşlendiği parkı görüp şaşırmayın. Her ne kadar bizim için güneşlenmek bir plaj etkinliği olsa da sanırım Avusturyalıların pigmentsiz derileri bir plaj havasını bekleyecek kadar sabırlı değil. Buraya gidip ellerinde biralarla saatlerce sohbet ediyorlar ve genç yaş gruplarında mutlaka bir müzik çalar bulunuyor. Buradaki bir gençten öğrendiğime göre Votivkirsche artık çok sembolik bir yer haline gelmiş. Çünkü burada Avusturya'da yükselmeye başlayan göçmen karşıtı politikalar protesto edilmiş, protestolara müdahale gelince halk günlerce Votivkirsche'yi işgal etmiş. Çok büyük tartışmalar olmuş ve parlamentoda bile günlerce sadece Votivkirsche protestoları konuşulmuş. Bu yüzden protestolar sonunda iyice yıpranan kilise onarıma alınmış ve kolay kolay açılması da beklenmiyormuş.

Galiba Votivkirsche'yi bütün gün şehirde dolaştıktan sonra çimlere yatıp dinlenme imkanı verdiği için seviyorum. Ama bu ufak detayların süslediği yerler de ayrıca hoşuma gidiyor. Burada oturup şehrin insanlarını izlemek gerçekten hoş. Burada turistler için alelade bir yerin şehrin yerlileri için ne kadar önemli olabildiğini anlıyorum. Ve tabii, bu yerin kadar önemi olmasına karşın insanoğlunun bu kayıtsızlığı, elinde birasıyla bu toplumsal abide önünde keyif yapması.. Başka ne olacaktı diye düşünüyorum.. Votivkirsche'nin önündeki çimenlikte uyukluyorum.

Schönbrunn Viyana'nın yazlık sarayı. Maria Theresa hanımefendiye adanmış. eğer hiç tarih merakınız yoksa bile güzel bir Viyana manzarası için çıkılmaya değer. Üstelik sadece sarayın içine ücret ödemek zorunlu. Geri kalanı tamamen sizin dizlerinizin dik yokuşlara ne kadar uyumlu olduğuyla ilgili. Zira bu bahsettiğim manzaraya erişmek için bayır yukarı bir miktar tırmanmak gerek. Tabii ki müthiş düzenli ve geniş bir yoldan. Ormanların içinde.

Şehrin batı bölgeleri daha çok mahalli alanlar. Buralarda fiyatlar doğal olarak daha güzel. Tabii merkezden dışarı doğru yabancı dil bilme olasılığı görece düşüyor. Ama şehrin estetiği hiç kaybolmuyor. Hah, işte buldum galiba aradığım kelimeyi, Estetik. Viyana'nın kenar mahalleleri bile belli estetik gözetilerek yapılmış. Bizim cadde üstü minimarketlerimiz alüminyum döşemelerle yetinirken burada her biri üzerinde belli bir sanatsal tarz kullanılmış. Bazı apartmanlarda estetik süslemeler bile yapılmış, binanın anahatları dışında. Tabii caddelerin yanında süre giden bisiklet yolu, yaya yolu, bunun üzerinde sürekli görüdüğünüz sportif vücutlu koşan insanlar, pedal çevirenler, paten kayanlar.

Bir defasında kulağına kulaklık takmış genç bir kadına bir şey sormak istercesine baktığımda hiç gocunmadan patenini durdurdu, kulaklığını çıkardı, güneş gözlüğünü başının üzerine kaydırdı. Geniş bir gülümsemeyle dinleyip cevapladı sorumu. Bu da gerçekten harika. Bizdekine benzer bir turiste ilgi alaka var. Ellerinden geldiğince yardımcı olma gayreti var. Bunu hissediyorsunuz. İyi ağırlanmaya çalışıldığınızı anlıyorsunuz. Mutlaka en basit trafik memurundan bilet gişecisine, otel resepsiyonistinden sokak çalgıcısına herkes İngilizce biliyor gibi. Hiç olmazsa en temel haliyle cümle kurmayı biliyor. Mutlaka sportmenler, toplum kadın-erkek fark etmeksizin bireysel sporlara düşkün. Zinde vücutları var ve Doğu Avrupa genlerinin güzelliklerini tüm göçlere ve entegrasyonlara rağmen çok belirgin olarak taşıyorlar. Mutlaka yardımseverler ve sonradan Prag'da gördüğüm turist bıkkınlığı henüz burada gelişmemiş. Hala kendini tanıtma çabasının izleri var, hala kozmopolitlik ve bu kozmopolitliğe karşın inatla sürdürülen bir yaşam kalitesi var. Bir şekilde sağlamışlar bunu. Anlamış değilim.

Aslında daha birçok başka şeyi de sayabiliriz bölgenin diğer şehirleriyle kıyaslayıp. Mesela diğer şehirlerde çok yaygınlaşan uyuşturucu madde satışı görebildiğim kadarıyla Viyana'da yok. Şehir merkezi barlarla dolu değil, aslında öyle çok yüksek tempolu müziğin çok fazla rastlandığı söylenemez. Viyana bu açıdan tam bir klasisizm şehri. Sanırım kapkaç, hırsızlık benzeri olaylar da pek yaygın değilmiş. Bu arada metro yaygın olarak kullanılıyor ve doğru dürüst bilet-turnike kontrolü yok. Bir nevi sosyal hizmet haline gelmiş, tıpkı Berlin'deki gibi. Tabii klasisizm dedik, lüks de bununla beraber gidiyor. Ama gördüğüm kadarıyla genç nüfusun lüks anlayışı daha enternasyonel, yani seyahat etmekten, Çin yemeği yemekten, Amerikan pop müziği dinlemekten hoşlanıyorlar. Bu arada en önemli ülke içi konulardan birinin göçmenler olduğundan zaten bahsetmiştim. Her yerde Türkleri görmek mümkün, öyle ki havaalanı taksicilerinin hepsinin Türk olduğunu duyduğumda inanmayıp gidip özellikle bakmıştım. Sonra konuştuğum taksicinin neredeyse aksanından İç Anadolulu olduğunu bile çıkarınca ikna oldum. Bu yüzden çok zorda kalsanız bile Türklerle konuşup anlaşabilirsiniz ki İngilizce konuşan birisi için buna gerek de yok esasen.

Viyana sanırım hayatımda yaşamak isteyeceğim yerlerden biri olarak kişisel listeme girecek. Belki sıkıcı ve ölü eğlence anlayışımın bunda etkisi olabilir, belki ilk defa yurtdışına çıktığımda ilk gördüğüm şehir olmasının da bir etkisi olabilir ama yine de Viyana inkar edilemez şekilde sanatın, estetiğin, ahengin ve hepsinden önemlisi bunun ruhuna uygun davranan, bu ruhu benimseyip sanki gizli bir yöntemle bu ruhu koruyan insanların şehri.